Jilet Sebahat’in kaleme aldığı ‘Jilet’ adlı kitap geçtiğimiz günlerde Axis Yayınları etiketiyle raflara girdi. ‘Jilet’, ismiyle müsemma bir kitap; bizlere Beyoğlu’nun arka sokaklarını, babalar, patronlar ve devlet tarafından pek sevilmeyen “kötü çocukları”, 90’lar müziğini ve istenip de yaşanmayan, ah çekilen bir dünyayı anlatıyor.
Ancak bu kitap sanıldığının aksine bir biyografi kitabı değil. Sebahat’ın hayatı da kitapta anlatılan diğer hayatlar kadar. ‘Jilet’, tam da bu yüzden bir kişiyi değil, bir kuşağı irdeliyor. Özellikle de 90’larda genç olanların. Sebahat bazen duyarlı bir özne, bazen mesafeli bir gözlemci olarak Beyoğlu’nun altını üstüne getirirken bizi de yanında sürüklüyor. Bak; bunlar bar, bunlar insan, bunlar da hayaller, öfkeler diye anlatıyor.
Tabii bu yolculuk sadece tek biz çizgi üzerinden ilerlemiyor. Sebahat bizi evvela geçmişe, kendi çocukluğuna götürüyor: Babasının inşaat işleriyle uğraştığını, amca oğlu gibi kalas taşıyamadığı için yamuk çivileri kullanılır hale getirmek için -ellerinin morarması pahasına- gün boyu uğraştığını anlatıyor. Babası, “Bunlar dümdüz olacak!” derken, sanki onu da “düzene”, “düzleşmeye”, “tektipleşmeye” çağırıyor. Sebahat da, “En büyük gücüm, akışkan bir bedenim olmasıydı. Bozuk, kırık, yamuk olarak atfedilen bedenim. Bu güç babamın anlayabileceği bir şey değildi,” diye yazıyor.
ÜÇÜNCÜ SEÇENEK
Hayatın katı kuralları ve baskın ahlak anlayışı Sebahat’i -bütün “kötü çocuklar” gibi- erken yaşta bir tercihe zorluyor. Sebahat kalas taşımayı da çivi düzeltmeyi de reddettiği için kendine üçüncü bir yol açıyor: “Kalasları ateşe verip hem baba evini hem de şehri terk ettim,” diyor.
Ve 90’lı yıllar… Nazan Öncel’in “Sokak Kızı” şarkısının çıkışından bir süre sonra Sebahat da kendini Beyoğlu sokaklarına atıyor. Kulağında bu şarkıyla yürümeye başlıyor, ta bugünlere kadar durmuyor. Onunla birlikte Beyoğlu’nda gezerken bir sürü “kötü çocukla” karşılaşıyoruz. Sebahat onlara, “Sokak senin için ne demek?” diye soruyor. Ve sokakların bir yanıyla güvensiz, bir yanıyla güvenli olduğu; bir yanıyla kaybolmaya, bir yanıyla bulunmaya yaradığı ama özellikle Beyoğlu sokaklarının kendine has bir tat, kendine has bir ruh taşıdığı cevabını alıyor.
Ancak Sebahat bu ruhun da zaman içinde değiştirilip dönüştürüldüğünü söylüyor. Çeşitli rant savaşları yüzünden semtin maruz kaldığı bu durumu bir nevi köksüzleşmeyle eşdeğer buluyor. Tabii bu sadece Beyoğlu’nun yakın geçmişine ait bir sorun değil. Rum ve Ermeni apartmanlarında oturan bir tek Rum ve Ermeni kalmaması da bu köksüzleşmeye içkin.
Peki ya günümüzde?
Sebahat bu konudaki köksüzleşmeyi de ev sahibiyle yaşadığı bir telefon konuşmasıyla açıklıyor. AK Parti’nin yarattığı enflasyonist düzende hemen herkesin maruz kaldığı konut sorununun bir ucu da Sebahat’e dokunuyor ve ev sahibi “oralardaki” kira fiyatlarından bahsedince, Sebahat da yıllardır oturduğu yere, yani “oralara” nasıl yabancılaştığını anlatıyor.
YAŞAM HAKKI İÇİN!
‘Jilet’te öne çıkan konuların başında, Türkiye’de LGBTİ+ olmanın zorlukları da geliyor. Tabii bu sadece Sebahat’le alakalı bir durum değil; bu ülke tıpkı onun gibi kendine üçüncü bir yol açmak zorunda kalan bir sürü LGBTİ+’la dolu.
Ailelerinden destek alamayan, ayrımcılık yüzünden iş bulamayan ve hayatlarını sürdürebilmek için seks işçiliği yapmak zorunda kalan bu insanlar, çektikleri onca şey yetmiyormuş gibi bir de sürekli tehdit altında yaşıyorlar.
Sebahat bu bahiste, 2015 Onur Yürüyüşü sırasında kameralara, “Çekiyorsunuz ama yayınlamıyorsunuz!” diyen ve yaklaşık bir yıl sonra yakılarak öldürülen Hande Kader’i, Bakırköy’de kesici bir aletle öldürülen trans kadın Buse’yi, Maltepe’de bornoz ipiyle boğulan trans kadın Nilay’ı, intihara sürüklendiği için Boğaziçi Köprüsü’nden atlayan Eylül Cansın’ı ve bunlar gibi daha nice insanı anıyor.
Ve ondan sonra herkese şunları soruyor:
Hiç bir seks işçisinin elini tutup derdini dinlediniz mi?
LGBTİ+ bireyleri hiç yanınızda çalıştırdınız mı?
Evinizi onlara kiraya verdiniz mi?
Aksi bir şey söylediğini duyduğunuzda, “Hayır, LGBTİ+’lar vardır!” dediniz mi?
‘Jilet’, bir yönüyle bu farkındalığı yaratmaya çalışan bir kitap, bir yönüyle de alabildiğine kişisel bir hikaye. Ancak bireysel olanla toplumsal olan çoğu zaman iç içe geçtiği için, Sebahat yarım kalmış aşklarının hesabını da bu düzene dayandırmayı ihmal etmiyor.